BİR OK ATTIM

Merhaba sevgili okuyucularım, bu ay sizinle anne babaların çocukların geleceği hakkında kendilerinin istedikleri gibi mesleğe, evliliğe sahip olması ile ilgili birçok hayal kuruyorlar. Bu hayaller çocukların kişiliğine uyuyor mu bu meslekte başarılı olabilir mi diye düşünmeyebiliyorlar. İstiyorlar ki iyi bir doktor olsun, mühendis olsun mimar olsun, olmadı kendilerine ait baba mesleği varsa gelsin başına otursun. Aile şirketini büyütsün. İstedikleri bir evlilik yapsın. Onların istemediği bir kız ya da erkek olmasın onlar en iyisini biliyorlar ya o kızla ya da erkekle olmaz sonu hayır getirmez. Bu düşüncelerle çocuklarının hayatlarına müdahale eden aileler bir bakar ki çocukları mutsuz işleri iyi gitmiyor, evlilikleri çatışmalı, derler ki ‘biz sen doğduğundan bu yana senin için güzel hayaller kuruyoruz. Nerede yanlış yaptık ki hayallerimizdeki yetişkin olamadın?’

Oysa ki çocuğun yaşadığı hayat kendi hayatı değil, ailesinin ona sunduğu bir hayat onların hayallerini gerçekleştirmek için kendi hayat yolculuğuna başlayamamış kendini gerçekleştirmesine izin verilmemiş hayatlar…

İşte bunu özetleyen bir hikaye ile sizlerleyim: Zamanın padişahının bir oğlu olur onun için o kadar çok hayalleri vardır ki, ondan daha iyi bir padişah siyasetçi olacaktır. Daha iyi bir okçu avcı olacak ülkenin sınırlarını genişletecek ve halkının da sevdiği saydığı bir veliaht şehzade olacaktır. Bu hayallerin gerçekleşmesini dört gözle bekleyen padişah çocuğun okçulukta hevesinin merakının olmadığını görmekte, siyasi, idari konularda hiç oralı olmadığını gördükçe düşünmeye telaşlanmaya başlamıştır. Onun oğlu başarısız bir veliaht olabilir mi hayır tabi ki de onun için zamanın en iyi eğitimcisini tutar ve ona üç yıl müddet verir. Molla kişi çocuğun oturuşundan kalkışından merak duyduğu olaylardan ve davranışlarından iyi bir idareci olamayacağını anlamasına anlamıştır ama emir büyük yerden gelince bir de eğitimle bir taş bile sanatsal bir heykele dönüşebiliyorsa bu çocukta da elbet bir dönüşüm olacak inancı ile eğitime alır.

Üç yıl boyunca tüm eğitimleri veren molla çocukta idarecilikle ilgili hiçbir meziyetin olmadığını ne öğretirse öğretsin havada kaldığını büyük bir üzüntü ile kabul eder. Ama bunu da padişaha itiraf etmekten kaçınır. Zaman gelmiş üç yıl bitmiş ve artık çocuk halkın karşısında bir veliaht olarak konuşma yapacaktır. Padişah çocuk ve molla heyecan içindedir. Çocuk hocasının halkın karşısına çıkmadan önce söylediği tüm bilgileri kafasında çorba etmiş olarak konuşmaya başlar.

'Bir ok attım kebap oldu.'

Padişah şaşkın, halk şaşkın şimdi bu şehzade ne demek istedi?

Molla hemen araya girip:

'Şehzademiz uzun konuşmayı sevmez. O yüzden özünden anlattı. Son ava çıktığımızda kimsenin vuramadığı bir ceylanı ilk atışta vurup kebap edip afiyetle yedik.' Deyince padişah çok memnun halk alkışlar içinde şehzadeyi arza çıkarıyor. Bu durum bizim şehzadenin çok hoşuna gidiyor az da öz güveni geliyor.

'Bir ok attım göl oldu…'

Halk alkışı kopardı koparmasına ama padişah ciddi, halk alkışı kesip mollaya döner;

Molla: 'Şehzadenin anlattığı şu ki, şehrimize gelen ırmağın önünü bir kaya kapatmıştı. Şehzade yayını gerip atınca kaya ikiye bölünüp parçalandı susuzluktan kurtulduk.' Dedi. Halk alkışı kopardı saray ahalisi memnun şehzade alkışları görünce çoştu da çoştu:

'Bir ok attım aşure oldu…'

Herkes bir durdu şehzade ne demek istiyor padişah mollaya bakar, molla der: padişahım 'yetti artık kellemi mi alacaksınız bilmem ama sorun bakalım bu serseriye bir ok atıp nasıl aşure olmuş, ben de bileyim!..'

Anlayacağımız kimse kimsenin hayali olamaz. Olursa işte padişahın ve şehzadenin durumuna düşüveririz. İzin verelim kimse kimsenin hayali olmasın bırakalım herkes kendi hayallerinin peşinde gitsin kendi yolunu kendi çizsin…

O zaman diyelim ki Allah evlatlarımızın attığı oku aşure etmesin…

Sevgiyle ve iyilikle kalın…

Klinik Psikolog Gülsüm Bircan