Orlando ve Peter o akşam üzeri hafifçe yağan yağmurun ıslattığı pencerelerinden dışarıya bakarak Peter'ın evinde sessizce oturmuş sigara tüttürüyorlardı. Orlando'nun yüzünde son zamanlarda pek sık beliren kayıtsız ifade yine yerini almıştı. Peter ise dertliydi. Aslında büyük savaşın ilk yıllarında tüm insanlar dertliydi. Homer'ın erkek ve kadınları buluşturmasından sonra bir nebze ferahlık sağlanmış, ancak en büyük problemlerinin çözümünden sonra insanlar önlerinde aslında o zamana kadar göz ardı ettikleri bir problem daha olduğunu fark etmişlerdi: büyük savaşta hayatta kalmak.
Orlando sigarasından bir nefes daha alırken düşündü. Ailesini, akrabalarını, arkadaşlarını.. Hele çocukluk arkadaşlarını.. Orlando'ya 'ponponcu' derlerdi, küçüklüğünde çocukların yarıştığı bir televizyon programına seyirci olarak katılmış, ancak nasıl olduysa kendini mavi takım için tezahürat yapmaya zorlanırken bulmuştu. Arkadaşlarına televizyon programına gideceğini söylemediği için onu birden televizyonda gördüklerinde hepsi şoka uğramış, ve ömür boyu dalga geçecekleri 'destekçi kız' anlamındaki ponponcu lakabını takmışlardı. 'Ne güzel günlerdi' diye düşündü Orlando. Herkes, herşey şimdi çok uzaklardaydı. Uzun süredir yalnız yaşıyordu. Amaçsızdı ve geleceğe dair hiçbir planı yoktu, ailesinden kalan bir miktar parayla ömrünün sonuna kadar çalışmadan yaşabilirdi. Tek başına yaşamayı biraz da bu yüzden tercih ediyordu, bir aile kurarsa çalışması gerekecek, gayet sıkıntısız olan hayatı birdenbire cehenneme dönecekti. Sorumluluk her zaman canını sıkardı. Dolayısıyla geleceğe, hayata karşı ilgisini kaybetmiş olan bir adam olarak büyük savaşın en az etkilediği kişi olabilirdi. Zaten tek görüştüğü kişi olan çocukluk arkadaşı Peter'ı da kaybetmemiş olduğundan, onun için aslında tek değişen şey yarın robotun biri tarafından sokak ortasında katledilme olasılığının doğmuş olmasıydı - ama buna zerre önem vermiyordu.