Heyecandan unuttuğu kapı ise şimdi yumruklanmaya başlamıştı

Hemen dışından gelen küfürler Bünyamin’in eski dostlarından Hilmi’nin kapıda olduğunu işaret ediyordu.

Heyecandan unuttuğu kapı ise şimdi yumruklanmaya başlamıştı. Hemen dışından gelen küfürler Bünyamin'in eski dostlarından Hilmi'nin kapıda olduğunu işaret ediyordu. Bünyamin kapıya koşarak açtı.

- 'Nerdesin oğlum, öldün sandım resmen!' diye söze başladı Hilmi. 'Az daha kırıyordum kapıyı valla!'
- 'Geldik işte be, uyuyorduk. Az sakin ol. Bünyamin var oğlum senin karşında, Hastalanmayan adam! Keşke ölsem diye zehir içmiş ama ölmemiş adamım oğlum ben...'

Hilmi'nin gözü ise Bünyamin'in omzu üzerinden birşeye takılmıştı. 'Aboooo! Oğlum bu ne, çaldın mı bunu!'

Anlam veremeyen Bünyamin arkasını döndüğünde yattığı yerde ayakucunda duran 37 ekran antenli ve tüplü eski model televizyonu gördü. Bu defa telefondaki gibi büyük şok yaşamamıştı. Bu televizyon da telefon gibi yokluktan mı türemişti? 'Oha!' dedi. 'Oğlum n'oluyor, valla benim böyle birşeyden haberim yok! Önce telefon şimdi bu, nerden çıkıyor bunlar!'
- 'Ne telefonu oğlum? Aha, oha, bu ne!' Hilmi telefonu eline alarak biraz inceledi. 'Abi ne dümenler dönüyor burda, çaldın mı dedim başta ama ne bu model telefonu ne de bu televizyonu herhangi bir dükkanda bulamazsın ki? Çok eski model bunlar? Nerden buldun oğlum bunları?'

Bünyamin televizyona döndü. Evet, baya derbederdi. Antenli, tüplü televizyon mu kalmıştı? Açıktı, ve cam gibi gösteriyordu. İçinde daha önceden arkadaşları sohbet ederken bahsi geçtiği için aşina olduğu bir dizi oynuyordu. Evden çıkamayacak kadar hasta olan, çıtkırıldım yapılı, zengin bir çocuk. Oturmuş kitap okuyordu. 'Okuduğu kitapta hastalanmayan bir adam var oğlum, aynı senin gibi!' demişti arkadaşları. Derin düşüncelere dalmışken, Hilmi'nin ensesine aşk ettiği sert tokatla dünyaya döndü Bünyamin.

- 'Pis kerkenez, yoksa çalışmaya mı başladın!' dedi Hilmi sırıtarak. 'Sana güzel haberlerle gelmiştim ama, çalışmaya başladıysan yalan olur tabi.'
- 'Yok be oğlum, beni biliyorsun. Bana kafa işi gerektirmeyecek, çok kafa yormayacak bir iş lazım. Nerde bulucam öyle işi ki?'
- 'Hah-hah-haaa, baboli, şanslı günündesin. Sana iş buldum, hem de tam aradığın gibi!'
- 'Aha, valla mı!' Bünyamin televizyonu ve telefonu birden aklından çıkartarak Hilmi'ye konsantre oldu. 'Nerde oğlum, nasıl?'
- 'Yeni bir sahaf açıldı aşağıdaki eczanenin karşısına. Sahibi kitapları falan yerleştirecek, kolileri taşıyacak, ara sıra kendisiyle felsefe yapacak birilerini arıyormuş. Maaşı da eh işte. Tertemiz iş, haberim olur olmaz sana geldim.'
- 'E oğlum bana gelene kadar kaparlar o işi.. Öyle kaymak gibi bir iş bulmuşsun, insan dükkan sahibiyle bir konuşur sana bir adam bulucam, başkasını alma işe falan der. Şimdiye elli adam başvurmuştur öyle kaymak gibi işe, gitmeme gerek kalmadı.'
- 'Yok. Başvuran yok. Sebebi de.. Dükkanın sahibi biraz.. Nasıl diyim. 'Garip' bir adam. Böyle insanların yaklaşmaya pek cüret edemeyeceği cinsten. Ben de o yüzden zaten konuşamadım. Merak etme, kimse sen gidene kadar işi alamaz ama, o kadarını söyliyim.'
- 'Detay versene oğlum? Nasıl garip?'
- 'Yok abi, git kendin gör işte. Anlatılmaz yaşanır birşey, değişik birşey işte.'

Bünyamin pes etti. Olsundu, işti sonuçta. 'Eh iş, maaş demek' diye düşündü. Sıfırın yanında 'eh işte' karun hazineleri gibi kalırdı. Televizyonda sessizce kitabını okumaya devam eden çocuğa doğru kafasını çevirerek 'Gideyim ben bu işe' diye aklından geçirdi. Telefon ve televizyonun nasıl odasında bitiverdiğine sonra kafa yorardı...