İnsanın insana ihtiyaç duymasıyla başlayalım mı? Biz insanlar birbirimize neden bağlıyız ve destek olmak durumundayız?
Başkalarına ihtimam göstermek bizi gerçek manada insan kılan şeydir. Hayal ederek başka insanların zihnine, düşünce, umut ve duygularına girmek ve onların da bizim iç dünyamıza girmelerine izin vermek. Modern Batı düşüncesi insan bağımsızlığına yaptığı vurguyla başka bir insana ihtiyaç duymayı bir zayıflık alameti olarak görüyor ve gösteriyor. Çocuklar, hastalar veya çok yaşlılar dışında hemen herkesin kendisine yetmesi ve özerk olması bekleniyor. Yakın ilişkilerde bile sevgi alışverişi elden çıkarılabilir bir mahiyette, öyle ki bağımsızlığın zorlandığı yerde feda edilmesi gerekebilir. Oysa insan insana, insan varlığa bağımlı. Bencilce rekabet günümüzde kardeşçe iş birliğini öncelese de ruhumuzda ötekinin ıstırabına duyarlılık var. Ne var ki kapitalizm iyi yürekliler için tasarlanmış bir sistem değil. Günümüzde 'girişim kültürü' aşırı çalışma, endişe ve yalnızlaşmayla at başı gidiyor.

Bu hengamede, koşturmacada ve kazanma telaşında insan iyi olmak kavramını unutuyor. Sizce neler kaybettiriyor bize bu unutuş?
İnsanları kazananlar ve kaybedenler olarak ikiye bölen bir sistem, yaslandığımız toplumsal kurumların altını oyuyor ve hoyratlığı şaha kaldırıyor. Ağır baskı altındaki insanlar birbirlerine yabancılaşıyor, tıpkı zorbalığa maruz kalan bir çocuğun yeri geldiğinde zorbalığa meyletmesi gibi, iyi kalplilik de maliyeti yükseldiğinde kolayca elden çıkarılıyor. Burada şu can alıcı şu soru beliriyor: İnsanlar ekonomik bir dünyada yaşadıklarına göre, onlara ekonomik kazanç sağlamayacak herhangi bir etkinlikte neden ahlaklı davranmak zorunda olsunlar? Modernliğin buna cevabı şöyle oldu: İyi kişi; oyunu kurallarına göre ve dürüst oynayan, güvenilir bir ekonomik toplum yaratmak için gerek duyulan ve herkesin izlemesi gereken temel ahlaki kuralları ihlal etmeyen, daha şanssız insanlar için şefkatli davranabilen kişidir. Yeterince iyi ve yeterince ahlaklı olmak bu temel şartlara uyumla sağlanabilirdi. İyi olmak neden iyidir? Bu soruya farklı meşreplerden gelen cevaplar özetle insanın doğasında ahlaka bir eğilim olduğunu, insanın ahlaklı davranmasının kendi aklı icabınca gerektiğini, iyiliğin insanın haddi zatında kendi menfaatini gözetmesi olduğunu söylüyor. Oysa insanın kendi menfaatleri rağmına iyiliğe kanatlandığı, kendi hayatı pahasına insanlara yardım ettiği, kendi benliğini tamamen görmezden gelerek 'hakkı tutup kaldırdığı' durumlar var. Bunları nasıl açıklayacağız?

İçinde bulunduğumuz zorlu salgın günlerinde iyilik ve yardımlaşma duygusuna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var… Bu duyguları nasıl arttırabiliriz?
İyiliğin kanatlarına tutunmaya her zamankinden çok ihtiyacımız var. İyiliğin izini sürmek, onu içimizde ve dışımızda bulmak, çoğaltmak ödevindeyiz. İyiliğe giden yol bizi bir yaşam bilgeliğine de ulaştıracaktır sonunda. Bilgeler hakkında söylenebilecek birçok ilginç şey var, belki bunlardan bir tanesi de, bilgelerin insanlık durumlarının yükünden boşalmış bir düşünme-eyleme tarzına sahip olmaları. Kadın-erkek, genç- yaşlı, zengin- fakir, milliyet ve hatta din intisaplarının arazları onların üzerinden sıyrılmış gibidir. Bir bilge konuştuğunda, konuşanın kim olduğunu, nereden konuştuğunu bilemeyiz. Sözün tekinsizliği bu yüzdendir, bizim de yerimizi kaybetmemize sebep olur. Söz işitildiyse, tüm kitabı baştan, yeniden okumak gerekecektir. Eğer insandaki bir 'öz'den bahsedilebilecek olsaydı, bu kesinlikle çocukta yer tutmuş ve kökleştikçe yetişkini bilgeleştiren bir bakış aydınlığı olurdu. Gözün, idrakin, ruhun taze bir ışıkla dolup taşması, çocukta olduğu kadar bilgede de bizi tedirgin eden, ezberimizi bozan, rahatımızı kaçıran bir muzırlık. İlginçtir, Antik Yunan'da dile getirilmiş, bizim geleneğimizde de sıkça tekrarlanan bir görüş, kötülüğün kaynağının bilgisizlik olduğunu, buna mukabil iyiliğin, en üstün değer olarak insanın kendisine ve varlığa dair bilgisinin zorunlu bir sonucu olduğunu serdediyordu. Sokrates insanların kanaatlerini sorgulamalarıyla birer birer çürütürken bunu retorik merakından değil, muhatabını daha iyiye taşıyabilme umuduyla yapıyor, bilgiyi içselleştirmiş bir insanın iç ve dış dünyası ahenk içinde olacağından, onda artık kötülüğe bir meyil olamayacağını düşünüyordu. 'Mutluluk' diyordu Gandhi, 'insanın düşündüklerinin, söylediklerinin ve yaptıklarının uyum içinde olmasından doğan ahenktir.'

Yardımlaşmanın, dayanışmanın bizi manevi ve sosyal kodlarımızdaki yeri nedir sizce?
Cemil Meriç'in 'İyilik eden mükafat bekliyorsa tefecidir' sözü ne kadar derin bir hakikate işaret ediyor. Marcus Aurelius'un 'Birisine iyilik etmişsen, daha fazla ne istiyorsun? Doğana uygun davranmış olmak yeterli değil mi senin için? Yaptığının karşılığını görmeyi mi arıyorsun daha? Gözün görmek, ayakların yürümek için ödül istemeleri gibidir bu.' sözü de aynı hususa işaret ediyor. Kuran'da, beni okuduğum zaman çarpan, sarhoş eden bir dizi ayet var Fussilet Suresi'nde; 'İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan bir tarzda sav. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık olan adeta sıcak bir dost olmuştur.' Bundan daha temel, bu kadar güzel bir etik, ahlaki kaide olabilir mi? Din ahlaktır, bizi yüce gönüllü olmaya çağırır. Bize düşmanlık etmek isteyenlerin dahi hayrı ve ıslahı için bir duruş ve dua sahibi olmalıyız. Sahili amansızca dövmek, hırçın dalgaların adetinden olsa da sahil topraklığından ötürü karşılık vermez, müşfik bir mukavemet gösterir ve gün olur deniz de bıkar, vazgeçip durulur. Sufyan-ı Sevri der ki, 'İhsan, sana kötülük yapana iyilik yapmandır. İyiliğe iyilik bir alışverişten ibarettir.' Ahlak açısından ihsan, bir insanın sadece insanlara karşı değil, tüm varlığa karşı şefkatli, merhametli, kerem sahibi ve lütufkar olmasıdır. Mutasavvıflar, bundan dolayı tasavvufu, Allah'ın emrine saygı, yarattıklarına ise ihsan göstermek olarak tarif ederler. 'Varlığın çobanı' olarak tanımlıyordu insanı Heidegger; dünyaya ihtimam gösteren, genişletilmiş bilinç-vicdan sahibi bir canlı olarak.

'İyi olmak anne sütüdür'
'İyi olmak, anne sütüdür. Sadece, sütün ılık, tatlı, aydınlık ve doyurucu imgesi nedeniyle değil, habitusu nedeniyle de böyledir bu. Süt, aynı zamanda kucakta sarmalanmış olmak, ait olmak, güvende ve seviliyor olmaktır. İnsanın, ömrünün kalan kısmında aradığı, arzuladığı iyiliğin ölçüsü budur. Hem kendimizi iyi hissetmek için hem de bir başkasına iyilik yaparken gözettiğimiz nihai kaygı budur. En azından, bu ihtiyaçlardan birini karşılamak, o eksikliği kapatmaktır gayemiz. Çocuklar bunu henüz unutmamıştır, biz unuturuz. İyilik olmasa yeryüzü dönmez. İyilik olmasa sokaklarda yürüyemeyiz. İyilik olmasa insan insana güvenmez. 'İnsanların yüreğinin derinliklerinde, maruz kalınan ve tanık olunan onca cürme rağmen ona kötülük değil de iyilik yapılacağına dair yenilmez bir beklenti vardır. Her insanda kutsal olan, her şeyden önce işte budur.' demişti Simone Weil. İyilik kötülükten daha fazla olduğu için, hala adalet mefhumuna güvenerek döndürüyoruz bu dünyayı. İyilik olmasaydı sabah evimizden akşam vakti evimize döneceğimiz bilgisiyle çıkamazdık. İyiliğin olmadığı bir dünya kaos ve belirsizliğin cari olduğu, insanın vahşileştiği bir dünya olurdu.'

Menfaatlerin dışına çıkmak
Diğerkamlık, insanın kendi benliğinin dar sınırlarını aşıp bir başka insana gidebilmesi, onun içinde var olabilmesi demek. Güney Afrikalıların Ubuntu diye bir felsefesi var; Bizliğin Felsefesi. 'Ubuntu'ya inanan bir insan diğerlerine açıktır. Diğerlerine olumludur. Diğerleri iyi ve yetenekli olduğunda tehdit altında hissetmez. Onun daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen bir özgüveni vardır. Ve diğerleri aşağılandığında, küçük düştüğünde, zulme uğradığında ya da ezildiğinde kendini de aşağılanmış hisseder. Ubuntu, 'İnsan ancak başka insanlar aracılığıyla insan olur.' demektir. Aynı zamanda her yurttaşın bireysel ve toplumsal refahının arttırılması için Ubuntu, 'insanların birbirlerine bağlılıklarına odaklanan insancıl bir felsefedir' diye tanımlıyor bu felsefeyi. İnsanlar görünmez sicimlerle birbirine bağlı. Hepimiz yaptığımız hayrın da şerrin de bize bir şekilde dönüp geleceğini idrak etmek zorundayız. Yaptığımız her şey insanlık ailesinin iyiliğine katkıda bulunacak ya da kötülüğüne katkıda bulunacak. O da bizi bulmasa bile çocuklarımızı ileride bulacak. İnsan kendisini aşan, kendi menfaatinin ötesinde bir şeye hizmet ettiği zaman hayatından da mutmain oluyor. Bu hayatı boşa yaşamadığı hissini kazanıyor. Bir kez kalpten çıkıp da paylaşıldığında, insana misliyle geri dönmemiş bir iyilik yoktur. Siz o dönüşü bazen hemen görüp hissedemeseniz de, sevgi size geri döner, hayatınızı kuşatır. İyilik 'eylem halinde sevgi'dir.

PROF. DR. M. KEMAL SAYAR KİMDİR?
Hacettepe Üniversitesi (İngilizce) Tıp Fakültesinden mezun oldu. 1989-1995 yılları arasında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalında uzmanlık eğitimine devam etti. 2000 yılında psikiyatri doçenti, 2008 yılında psikiyatri profesörü oldu. Çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerde danışmanlık ve hakemlik yaptı. Psikiyatri konulu çok sayıda kongre ve sempozyumda düzenleyici ve konuşmacı olarak yer aldı. 2002 yılında, Kanada McGill Ünivesitesinde Transkültürel Psikiyatri Bölümünde konuk öğretim üyesi olarak çalıştı. Bakırköy ve Erenköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanelerinde klinik şefliği görevlerini yürüttü. Halen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanıdır. Mesleki çalışmalarının yanı sıra, televizyonda 'Ruhun Labirentleri' ve 'İnsanlık Hali' adlı programları hazırladı ve sundu.