Maçın ilk dakikalarında gelen gol ile sarsılan rakip takım antrenörü şaşkınlığı ve hüznünü görüyordu annesi ile her göz göze geldiğinde.
Maçın ilk dakikalarında gelen gol ile sarsılan rakip takım antrenörü şaşkınlığı ve hüznünü görüyordu annesi ile her göz göze geldiğinde. Feruha hanım, neredeyse evlenmeden önceki hayatını hatırlayamayacak yaştaydı Muhittin dünyaya geldiğinde. Elbette her kız çocuğu gibi, zengin bir eş bulup biran önce evlenmek istemişti. Bunun tahminlerinden çok daha erken gerçekleştiğini ancak, o gece yarısını bir miktar geçen saatte, gelinliğinin üzerinden topladığı hasılata bakıp şaşkınlığını gizleyemediği dakikalarda fark edecekti. Ayrıca Muhittin'in doğum gününün kendi evlilik tarihlerinden yalnızca yedi ay sonra olmasının sebebini bir türlü doğru düzgün açıklayamıyordu evladına. Doğmamış çocuğa don biçmek diye bir şey olmasaydı ben keşfederdim diye hayıflanırdı zaman zaman..
Muhittin, önüne konan yemeği sıfır ile yüz arasını üç saniyede alan bir motorlu araç kararlılığıyla bir çırpıda bitirerek odasına döndü. Yemekle pek arası olduğu söylenemezdi. Beşeri bir acziyet olduğunu düşünürdü acıkmanın. Yapacak daha önemli işleri olduğunu ve bu yolda vakit kaybı sayılabilecek her türlü işten biran önce sıyrılmanın yoluna bakardı. Kendisi içerideyken odasının kapısının kapalı olmasına özen gösterirdi. Babası bazen odasına lüzumsuz girişler yaptığında, çıkarken kapıyı açık bırakırdı. Buna öfkelenirdi. Her erkeğin mahremiyete ihtiyacının olduğuna inanırdı. Kadınlar ise… kadın kelimesi her aklına geldiğinde belli belirsiz bir iç geçirirdi. Kapıyı kapadığı esnada cep telefonuna bir mesaj geldiğini hatırladı. Annesinin, yemeğin hazır olduğunu bildiren mesajını gördüğünde bir miktar hayal kırıklığı yaşadı fakat bunu çevresindekilere belli etmedi. O an çevresinde kimse yoktu. Ama eminim birileri olsaydı yine bu şekilde davranırdı.
Bir müddet camdan dışarıyı izledi. 'Bir türlü gelemeyen baharı bekliyordu.' Bu sözü daha önce bir kitapta mı okumuştu yoksa bir filmde mi duymuştu, yoksa kendi mi türetmişti hatırlayamıyordu. Ancak boşluğa dalmış gitmiş her insan bakışı gördüğünde sık sık kullanırdı bu ifadeyi. Daha sonra bir miktar yatağa uzandı. Yapacak çok işi olduğuna inanan, ancak hiçbir iş yapmayan bir insan olduğunun farkına varması zaman alacaktı. Tavana bakmak diye bir deyim olmasaydı ben çıkarırdım diye belli belirsiz mırıldandı. Yoksa henüz öyle bir deyim yok muydu? Bu konuda çok fazla düşünmedi.
Yatağında öylece boş düşüncelere dalmış dururken birden dışarıdan acı fren yapan iki araç sesi duydu ve ardından araçların birbirlerine çarpma sesleri pek de gecikmedi. Hemen cama fırladı. Arabaları çok fazla net bir biçimde göremiyordu ancak yine de kazanın ciddi olduğunu anladı. Araçlardan dışarı çıkan kimse olmadığını da fark etti. Bir an için gidip yardım etmek ve etmemek arasında kaldı. Sonra, koşarak kaza alanına doğru yol aldı.